Velayet; ana veya babanın, ergin olmayan çocuklarının veya kısıtlanmış ergin çocuklarının kişi varlığına, malvarlığına ve bu iki husus hakkında onları temsiline ilişkin sahip oldukları hakların ve yükümlülüklerin bütünüdür (Akıntürk, Turgut: Türk Medeni Kanunu C.2, Aile Hukuku, İstanbul 2002, s. 400).
Türkiye’de (ve aslında dünyanın pek çok ülkesinde) boşanma davalarında çocukların velayetinin çoğunlukla anneye verilmesi artık adeta olağan kabul edilen bir uygulama halini aldı.
Pek çok baba, çocuklarının büyümesinde aktif rol almak ve sorumluluk üstlenmek istese de mahkemelerin kararlarında çoğu zaman anneler tercih ediliyor.
Oysa çocuğun bir kanadı anne, diğer kanadı babadır. Bir babanın boşanma sürecinde çocuğundan ayrı kalmak istememesi, onun bakım ve gözetimine ilişkin güçlü bir motivasyona sahip olması, velayeti almaya yetmiyor.
Elbette burada, çocuğun temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumda olan ebeveynler veya henüz anne bakımına bağımlı, süt dönemindeki bebekler ayrı tutulmalıdır.
Bu gibi durumlarda annenin velayet hakkı öncelikli değerlendirilir. Ancak çocuğun idrak yaşında olduğu, ebeveynlerin her ikisinin de çalışma ve yaşam koşullarının benzer olduğu, bakım yükünü birlikte üstlendikleri pek çok durumda dahi velayetin çoğunlukla anneye verilmesi ciddi bir tartışma konusudur.
Peki neden?
1-) Geleneksel Roller Hâlâ Etkisini Koruyor
Toplumdaki yerleşik cinsiyet rollerine göre kadın “bakım veren”, erkek ise “geçim sağlayan” olarak algılanmaya devam ediyor.
Mahkemelerin kararlarında da bu algı etkisini gösteriyor. Oysa günümüzde çok sayıda baba, aktif şekilde çocuklarının bakımında rol almakta, duygusal bağ kurmakta ve eğitim süreçlerinde sorumluluk üstlenmektedir.
Evden çalışan, iş saatlerini çocuğunun ihtiyaçlarına göre düzenleyebilen, sabah çocuğunu okula götüren, akşam bakımını üstlenen babaların sayısı artıyor.
Ancak hâlâ birçok dosyada, babanın bakım kapasitesi bu kadar somut anlatılmasına rağmen, annelerin bakım veren olduğu kabulüyle kararlar verilebiliyor. Cinsiyetçi kalıplar, karar süreçlerinde gözle görülmeyen ancak etkili olan önemli bir unsur.
2-) Mahkemelerin “Alışkanlıkla Devam” Eğilimi
Mahkemeler sıklıkla çocuğun alıştığı düzenin devamını, ‘mevcut durumun korunmasını’ esas alır.
Çocuk bugüne kadar annesiyle büyüdüyse, annenin bakım yükünü daha çok üstlendiği varsayılır ve “çocukla bağ daha güçlü” olduğu kabul edilir.
Oysa her olay kendi içinde değerlendirilmelidir. Pek çok dosyada annenin de motivasyonu düşük olabilir, hatta çocuğun bakımını babanın üstlenmesini talep ettiği bile görülmektedir.
Ancak bazı mahkemeler bu tür beyanlara rağmen; talebe bağlılık, çocuğun beyanı gibi unsurlara fazlaca dayanarak değişiklik yapmakta çekingen davranabiliyor.
3-) Hukuki Altyapı ve Uygulamadaki Sorunlar
Türk Medeni Kanunu esas olarak “çocuğun üstün yararını” esas alır. Ancak uygulamada “üstün yarar” kavramının içeriği hâlâ çok geniş ve öznel yorumlara açık.
Ortak velayet sisteminin tam anlamıyla yerleşmemiş olması da babaların aleyhine sonuçlar doğurabiliyor. Yasal düzenleme ile açıkça ortak velayet ilkesi benimsenmiş olsa dahi, uygulamada taraflardan birinin talep etmesi halinde dahi çoğu zaman hâkimler çekimser kalabiliyor.
Yargıtay Kararları Ne Diyor?
Yargıtayın bazı kararlarında babaya velayet verilmesini destekleyen örnekler de sunmaktadır:
1️-) Annenin Çocuğu Fiilen Babaya Bırakması:
“Taraflar 17.12.2013 tarihinde boşanmış; müşterek çocuk Ahmet’in velayeti anneye verilmiştir. Ancak annenin karar sonrası çocuğu fiilen babaya bıraktığı ve velayet görevini yerine getirmediği anlaşılmıştır. Anne, velayetin babaya verilmesine de rıza göstermiştir. Bu nedenle velayet babaya verilmiştir.”
(Yargıtay 2. HD 2014/23212 E., 2015/5585 K.)
2️-) Annenin Baba ile Kişisel İlişkiyi Engellemesi:
“Velayetin kullanılması tedbiren kendisine bırakılan annenin, çocuğun babayla kişisel ilişkisini sürekli engellediği ve iki kez ceza aldığı tespit edilmiştir. Annenin bu davranışı çocuğun üstün yararına aykırı olduğundan, velayetin babaya verilmesi gerektiği kabul edilmiştir.”
Bu örnekler de gösteriyor ki, aslında hukuk sistemimiz babaya velayet verilmesine mutlak olarak kapalı değildir. Ancak mahkemelerin uygulamada öncelikli refleksi annenin velayetinde ısrar etmektedir.
Sonuç: Velayet davalarında asıl amaç çocuğun menfaatidir. Ancak artık mahkemelerin daha çağdaş, daha objektif ve daha eşitlikçi kriterlerle karar vermesi gerekiyor.
Baba olmak yalnızca ekonomik sorumluluk anlamına gelmez; duygusal, psikolojik, sosyal ve gelişimsel açıdan çocuğun hayatında kalıcı ve eşit bir figürdür.
“Baba sevgisi” hukuken de görünür ve eşit değerlendirilmeli.
Serpil ÇINAR
AVUKAT
YORUMLAR