Ana Sayfa Arama Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
Sosyal Medya
Ebubekir ELMALI
Ebubekir ELMALI

1924 Anayasası ve Demokrasinin Paradoksu: Atatürk’ün Seçtiği Meclisin Millete Açılan Kapısı

1923 Türkiye’si, yeni bir devletin temellerinin atıldığı, çalkantılı bir dönüşüm sürecinin tam ortasında yer alıyordu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğan genç Cumhuriyet, bir yandan bağımsızlık savaşının izlerini silmeye çalışırken, diğer yandan modern bir devlet yapısı inşa etme çabası içindeydi.

Bu süreçte, 1923 seçimleri ve ardından gelen 1924 Anayasası, Türkiye’nin demokrasi ve devlet yönetimi anlayışında önemli bir dönüm noktası oluşturdu.

Ancak bu anayasa, sadece içeriğiyle değil, hazırlanış süreciyle de tarihsel bir paradoksu gözler önüne seriyor: Mustafa Kemal Atatürk’ün neredeyse tamamen kendi seçtiği bir meclisin, onun lehine değil, millet lehine düzenlemeler yapması, demokrasinin niteliği hakkında derin bir tartışmayı da beraberinde getirdi.

1923 seçimleri, Cumhuriyetin ilk yıllarında siyasi zeminin ne kadar kırılgan olduğunu açıkça ortaya koyar. Mustafa Kemal, muhaliflerini, özellikle İttihatçıları, Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda yaptığı değişikliklerle saf dışı bırakarak, meclisi kendi belirlediği isimlerden oluşturmayı başarmıştı.

287 milletvekilinin neredeyse tamamı, bağımsız 2 vekil dışında, Atatürk’ün önerdiği kişilerden seçilmişti. Bu durum, meclisin demokratik bir meşruiyetten yoksun olduğu eleştirilerini beraberinde getirse de, 1924 Anayasası’nın hazırlanış süreci, bu meclisin beklenmedik bir şekilde milletin çıkarlarını önceleyen bir yaklaşım sergilediğini göstermiştir.

Bu, demokrasinin yalnızca seçimlerin özgürlüğüyle değil, seçilenlerin niteliği ve vizyonuyla da şekillendiğini ortaya koyan tarihsel bir ders niteliğindedir.

1924 Anayasası, 1921 Anayasası’na kıyasla temel hak ve hürriyetler konusunda çok daha kapsamlı düzenlemeler getirdi.

Hatta özgürlükler kurumsal olarak ilkler 1924 anayasasında Avrupa standartlarında düzenlendi.

Özgürlükler, bireylerin devlet karşısında korunmasını sağlayacak şekilde detaylı bir biçimde tanımlandı.

Daha da çarpıcı olanı, anayasa taslağında Cumhurbaşkanı’na süper yetkiler veren önerilerin reddedilmesi ve gücün mecliste toplanmasıydı.

Mesela tasarıda Atatürk için 7 yıl görev süresi öngörülmesi ancak meclisin bunu kabul etmeyerek süreyi meclisin süresi ile sınırlaması,

yine tasarıda Atatürk’e verilen süper veto hakkının yani Cumhurbaşkanın yasası veto etmesi halinde meclisin aynı metni yeniden yasalaştırması için nitelikli çoğunluk aranması hükmünün mecliste kabul edilememesi,

ayrıca tasarıda Atatürk’e verilen meclisi fesih etme yetkisinin de  meclisteki oylamada kabul edilememesi,

Atatürk’ün bizzat seçtiği bir meclisin, onun otoritesini sınırlandırarak yasama organının üstünlüğünü vurgulayan bir anayasa hazırlaması, ilk bakışta şaşırtıcı bir durumdur.

Ancak bu, meclisin üyelerinin, bireysel olarak demokratik değerlere ve milletin çıkarlarına bağlılık gösteren bir vizyona sahip olduğunu ortaya koyar.

Seçilenlerin niteliği, demokratik olmayan bir seçim sürecini bile milletin lehine çevirebilecek bir potansiyel taşımaktaydı.

Bu durum, demokrasinin yalnızca prosedürel bir mekanizma olmadığını, aynı zamanda seçilenlerin kalitesine, vizyonuna ve sorumluluk anlayışına bağlı olduğunu gösterir.

1924 Anayasası’nı hazırlayan meclis, her ne kadar demokratikliği tartışmalı bir seçimle iş başına gelmiş olsa da, aldıkları kararlarda milletin temel haklarını koruma ve devletin yetkilerini dengeleme çabası göstermiştir.

Bu, bir bakıma, demokrasinin ruhunun, sadece sandıktan değil, aynı zamanda seçilenlerin ahlaki ve entelektüel duruşundan beslendiğini kanıtlar.

Meclisin, Atatürk’ün otoritesini güçlendirmek yerine, gücü mecliste toplama ve temel hakları genişletme yönünde attığı adımlar, o dönemin koşullarında cesur ve ileri görüşlü bir yaklaşımı yansıtır.

Ancak bu durum, aynı zamanda bir başka soruyu da gündeme getirir: Demokrasi, sadece seçilmişlerin niteliğine mi bağlıdır?

1924 Anayasası, bu soruya karmaşık bir yanıt sunar. Seçilenlerin kalitesi, demokratik olmayan bir sürecin bile olumlu sonuçlar doğurabileceğini gösterse de, bu durumun sürdürülebilirliği tartışmalıdır.

Nitekim, 1924 Anayasası’nın liberal ruhu, sonraki yıllarda siyasi gelişmelerle birlikte zaman zaman gölgede kalmış, otoriter eğilimler güç kazanmıştır.

Bu, demokrasinin yalnızca seçkinlerin vizyonuna değil, aynı zamanda anayasal ve kurumsal checks and balances mekanizmalarına ve halkın katılımına da ihtiyaç duyduğunu hatırlatır.

Sonuç olarak, 1924 Anayasası, Türkiye’nin demokrasi serüveninde bir ezberi bozan önemli bir belge olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır.

Atatürk’ün seçtiği bir meclisin, onun otoritesini sınırlandırarak milletin lehine düzenlemeler yapması, demokrasinin yalnızca sandıktan ibaret olmadığını, seçilenlerin kalitesinin ve vizyonunun kritik bir rol oynadığını göstermiştir.

Ancak bu durum, demokrasinin sürdürülebilirliği için kurumsal yapıların ve halkın katılımının önemini de göz ardı etmemizi gerektirmez.

1924 Anayasası, bir yandan genç Cumhuriyetin liberal ideallerini yansıtırken, diğer yandan demokrasinin karmaşık doğasını ve potansiyel paradokslarını anlamak için eşsiz bir örnek sunar.

Siyasi partilerin nitelikli, entelektüel dış dünyadan haberdar ve kaliteli vekil seçilmesinin demokrasinin gelişmesine katkılarını da gösterir.

1924 anayasası tüm bu yönleriyle sadece bir belge değil, aynı zamanda bir milletin devletle ilişkisini yeniden tanımlama çabasının tarihi bir şahididir.


Av. Ebubekir ELMALI
HUKUKÇU

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER