Görüntü çağının tam ortasındayız. Her şey öyle hızlı geçiyor ki… Daha ne gördüğünü anlamadan bir sonraki sahneye geçiliyor. Evet, hız etkileyici. Ama bu kadar hızın içinde belgesel nasıl nefes alacak? Nerede duracak da derinleşecek? Yeni nesil içerikler, gerçek zamanı yutuyor. Geriye, bir anlığına parlayan küçük bir ‘algı kırıntısı’ kalıyor.
Gerçeğin Nabzı Kaç Saniyede Atar?
Otuz yıldır kameranın arkasındayım. Dile kolay. Şunu çok net söyleyebilirim: Gerçek dediğimiz şey, aceleye gelmez. Hele ki insan hayatıysa söz konusu olan…
Ama gel gör ki TikTok çağındayız. Üç saniyede dikkat çek, yedi saniyede duygulandır, otuz saniyede hikâyeyi bağla.
Soruyorum kendi kendime: Bu hızda neyi gerçekten anlatabiliyoruz? Dahası, neyi gerçekten anlıyoruz?
Belgesel: İzlemek Değil, Yaşamak
Belgesel izlenmez sadece. Yaşanır. Hissedilir. İçine girilir. Zaman, alan, bağlam ister. Ama şimdi yeni nesil anlatılarda bu üçü ya kesiliyor ya da tamamen törpüleniyor. TikTok estetiğiyle yapılan videolarda bir sahne bir duygu verir, evet ama o duygunun nedenini yani bağlamını izleyiciye bırakırsınız.
Kimi zaman şöyle düşündüğüm oluyor: “İyi, güzel… ama burası neden böyle etkileyici? Ne oldu burada?” Çoğu zaman cevap yok. Oysa belgeselin sorumluluğu başka: Bağlantıyı kurmak, anlamı bütün kılmak.
Estetik mi, Algoritma mı?
Ben kadrajı kurarken önce ışığı sonra sessizliği düşünürüm. Hani o görünmeyen unsur… İşte o da kadrajın içindedir. Şimdi ise izleyici, bir başparmakla her an sahneyi değiştirebilir.
Parmağın tetiğinde bir sabırsızlık var sanki. Bu da içerik üreticisini baskılar. Daha fazla müzik, daha fazla geçiş, daha çarpıcı ses… Hep daha fazlası. Bazen içimden geçmiyor değil. Biraz da susarak anlatsak!
Dikkat Ekonomisinde Derinlik Mümkün mü?
Bugün dikkat, en kıymetli şey. Ve ne yazık ki en kolay dağılan şey. Belgesel izleyicisi de artık sabırdan çok sezgiye güveniyor. ‘İzlemeden anla’ devri başladı desek abartı olmaz.
Ama gerçeğin doğası başka. O, hemen ortaya çıkmaz. Durman gerekir, bakman, tekrar bakman hatta bazen sadece susman… Yeni kurgular bu alanı bırakmıyor. Her şeyi sanki ‘tek bakışta çözülür’ sanıyoruz. Geriye ne mi kalıyor? Işıltılı ama kısa ömürlü bir ‘izlenim’.
Belgeselcinin Yeni Kimliği: Rejisör mü, Influencer mı?
Bugünün içerik üreticisi sadece anlatmaz aynı zamanda izlenmeyi, beğenilmeyi, algoritmaların dilini de düşünmek zorunda.İçten söyleyeyim, biz belgeselciler de bu baskının altındayız.
Ama işte burada bir çatallanma başlıyor: Gerçeği anlatmak için mi çekiyoruz? Yoksa izlenmek için mi yeniden kurguluyoruz? Bu soruyu ben kendime çok sordum.
TikTok’un doğası, bu sınırı her geçen gün biraz daha bulanıklaştırıyor ve bana sorarsanız her bulanıklık biraz hakikat kaybı demek.
Gelecek Sadece Kısa mı Olacak?
Görsellik artık küçük ekranlara, hızlı geçişlere, kısa dikkatlere sığdırılıyor. Ama durup düşünelim. Bu yeni form, belgeselin insana dair o derin anlatısını gerçekten taşıyabilir mi?
Belki de sorunun cevabı, formda değil niyettedir. Yeni teknikler, evet, yeni diller kurabilir. Ama o dil gerçeğe sadık kalmazsa, geriye sadece hızlı akan boş bir yankı kalır. Kulağa gelir ama kalbe dokunmaz.
Sözün Özü: Gerçek, Derin Sessizlikte Belirir
Evet hâlâ böyle düşünüyorum: Gerçeği anlatmak isteyen, önce durmayı öğrenmeli.
Bakmayı. Dinlemeyi. Sessiz kalmayı… Çünkü hakikat çoğu zaman yüksek çözünürlükte değil derinlikte, sabırda ve sessizlikte belirir.
Mehmet Arif ÖNALAN
Görüntü Yönetmeni – Belgeselci – Fotoğrafçı
YORUMLAR