İsrail ile İran arasındaki gerilim, Ortadoğu’nun jeopolitik dengelerini sarsan en önemli çatışma alanlarından biridir. Bu gerilim, yalnızca bölgesel aktörleri değil, aynı zamanda Türkiye gibi hem bölgesel hem de küresel ölçekte stratejik konuma sahip ülkelerin iç ve dış politikalarını da derinden etkilemektedir.
Türkiye’nin NATO üyesi olması, İsrail’le tarih boyunca doğrudan bir askeri çatışmaya girmemiş olması ve bu dinamiklerin Türk siyasetine yansımaları, hem iktidarın hem de muhalefetin söylemlerinde önemli bir yer tutmaktadır.
Ancak bu unsurların Türk kamuoyunda yeterince tartışılmaması, hem tarihsel hem de siyasi nedenlere dayanmaktadır.
Bu deneme, İsrail-İran savaşının Türk siyasetine etkilerini, iktidarın güvenlik endişelerini oy konsolidasyonu için kullanıp kullanmadığını ve Türkiye’nin NATO üyeliği ile İsrail’le çatışmasızlık durumunun neden yeterince anlatılmadığını ele alacaktır.
İsrail-İran Geriliminin Türk Siyasetine Etkileri
İsrail ve İran arasındaki gerilim, özellikle İran’ın nükleer programı, Hizbullah ve Hamas gibi vekil güçler üzerinden yürüttüğü bölgesel nüfuz mücadelesi ve İsrail’in buna karşı sert güvenlik politikalarıyla şekillenmektedir.
Bu durum, Türkiye’nin dış politikasını doğrudan etkiler. Türkiye, hem İsrail’le ekonomik ve diplomatik ilişkilerini sürdürmüş hem de Filistin meselesinde halk nezdinde güçlü bir söylem geliştirmiştir.
Bu ikircikli pozisyon, Türk siyasetinde hem iktidar hem de muhalefet için bir denge oyunu yaratır.
AK Parti hükümeti, özellikle 2010’daki Mavi Marmara olayından sonra İsrail’e karşı sert söylemler geliştirse de, ekonomik ve stratejik ilişkiler hiçbir zaman tamamen kopmamıştır.
İran’la ise tarihsel rekabet ve mezhepsel farklılıklar nedeniyle mesafeli bir ilişki sürdürülmüştür. İsrail-İran geriliminin artması, Türkiye’yi bölgesel bir aktör olarak daha fazla sorumluluk almaya zorlamakta, aynı zamanda iç politikada güvenlik odaklı bir söylemin yükselmesine neden olmaktadır.
Örneğin, Suriye’deki iç savaş ve İran’ın bu ülkedeki etkisi, Türkiye’nin güvenlik politikalarını şekillendirmiş; bu durum, iktidarın “dış tehdit” algısını güçlendirerek iç politikada milliyetçi ve güvenlikçi bir söylemle seçmen tabanını konsolide etme çabasına katkıda bulunmuştur.
İktidarın Güvenlik Endişesi ve Oy Konsolidasyonu
AK Parti, 2002’den bu yana iktidarda olduğu süreçte, özellikle 2015 sonrası dönemde güvenlik meselelerini iç politikada önemli bir araç olarak kullanmıştır.
Terörle mücadele, sınır ötesi operasyonlar ve bölgesel tehditler, iktidarın seçmen nezdinde “güçlü liderlik” imajını pekiştirmesine olanak tanımıştır.
İsrail-İran geriliminin artması, Ortadoğu’daki istikrarsızlığın Türkiye’ye sıçrama ihtimalini artırarak, iktidarın bu söylemi daha da güçlendirmesine zemin hazırlar.
Örneğin, İran’ın Türkiye sınırına yakın bölgelerde artan etkisi veya İsrail’in Suriye’deki operasyonlarının Türkiye’nin güvenlik politikalarını etkilemesi, AK Parti’nin “ulusal güvenlik” kartını oynamasını kolaylaştırır.
Bu durum, özellikle ekonomik sorunların yoğunlaştığı dönemlerde, seçmen tabanını ideolojik ve güvenlik ekseninde birleştirmek için kullanılabilir.
Ancak bu strateji, muhalefet tarafından da eleştirilmekte; iktidarın dış politikayı iç siyasi çıkarlar için araçsallaştırdığı iddia edilmektedir.
Muhalefet, iktidarın bu söylemi abartarak demokratik reformlardan uzaklaştığını ve otoriter bir yönetim tarzını meşrulaştırdığını öne sürmektedir.
Türkiye’nin NATO Üyeliği ve İsrail’le Çatışmasızlık Durumu
Türkiye’nin NATO üyesi olması, dış politikasında önemli bir çıpa işlevi görür. NATO, Türkiye’ye hem güvenlik garantisi sağlar hem de Batı ittifakı içinde bir rol tanımlar.
Ancak bu durum, Türk kamuoyunda genellikle “Batı’ya bağımlılık” olarak algılanabilir ve bu nedenle iktidar tarafından güçlü bir şekilde vurgulanmaz.
İsrail’le tarih boyunca doğrudan bir askeri çatışmaya girilmemiş olması ise, hem stratejik hem de pragmatik nedenlere dayanır.
Türkiye, İsrail’le ekonomik ve teknolojik iş birliğini sürdürmüş, aynı zamanda Filistin meselesinde halk nezdinde güçlü bir söylem geliştirerek denge politikası izlemiştir.
Bu durumun kamuoyunda yeterince tartışılmamasının birkaç nedeni vardır:
1. İç Politik Dinamikler: Türk siyasetinde dış politika, genellikle iç politik çıkarlar doğrultusunda şekillenir. İktidar, İsrail’e karşı sert söylemlerle muhafazakâr ve milliyetçi seçmen tabanını mobilize ederken, NATO üyeliği veya İsrail’le çatışmasızlık gibi konular, bu söylemi zayıflatabilir. Bu nedenle, bu konular genellikle arka planda tutulur.
2. Kamuoyunun Algısı: Türk halkı, Ortadoğu’daki çatışmalara duygusal bir bağla yaklaşır. Filistin meselesi, Türkiye’de geniş bir kesim tarafından desteklenir ve İsrail’e karşı eleştirel bir tutum yaygındır.
NATO’nun veya İsrail’le pragmatik ilişkilerin vurgulanması, bu duygusal bağla çelişebilir ve siyasi aktörler için risk oluşturabilir.
3. Medya ve Söylem Kontrolü: Türk medyası, özellikle son yıllarda, büyük ölçüde hükümet kontrolü altında olduğu için dış politikanın bu yönleri genellikle tartışılmaz. İktidar, güvenlik ve milliyetçilik odaklı bir söylemi tercih ederken, NATO’nun veya İsrail’le ilişkilerin stratejik boyutları halka detaylı bir şekilde açıklanmaz.
4. Stratejik Belirsizlik: Türkiye, hem Batı hem de Doğu ile ilişkilerini dengelemeye çalışan bir ülke olarak, stratejik belirsizlik politikası izler. İsrail’le çatışmasızlık veya NATO üyeliği gibi konuların açıkça tartışılması, bu dengeyi bozabilir ve Türkiye’nin manevra alanını daraltabilir.
Sonuç;
İsrail-İran gerilimi, Türk siyasetini hem dış politika hem de iç politika bağlamında derinden etkileyen bir meseledir.
İktidar, bu gerilimi güvenlik endişelerini öne çıkararak ve dış tehdit algısını güçlendirerek seçmen tabanını konsolide etme çabasında olabilir.
Ancak bu strateji, ekonomik sorunlar ve demokratik gerileme gibi iç meselelerden dikkati dağıtmak için kullanıldığında, muhalefet tarafından eleştirilmektedir.
Türkiye’nin NATO üyeliği ve İsrail’le çatışmasızlık durumu, stratejik ve pragmatik nedenlerle kamuoyunda yeterince tartışılmaz.
Bu durum, hem iç politik dinamiklerden hem de Türkiye’nin bölgesel ve küresel pozisyonunu koruma çabasından kaynaklanmaktadır.
Türk siyasetinin bu karmaşık dengeyi nasıl yöneteceği, hem bölgesel gelişmelere hem de iç politikadaki güç mücadelelerine bağlı olacaktır.
YORUMLAR