Kürtlerin sosyolojik ve kültürel meşruiyeti, tarih boyunca varlığını sürdüren bir gerçekliktir. Kürtçe, bu kimliğin en önemli unsurlarından biri olarak, bir dilin ötesinde, bir halkın ortak hafızası ve kültürel mirasıdır.
Ancak, bu meşruiyet zemini, PKK gibi terör örgütleri tarafından istismar edilerek, kendi şiddet odaklı ajandalarını haklı gösterme çabasına dönüştürülmektedir.
PKK, Kürt halkının haklı taleplerini ve meşru kimliğini bir kalkan gibi kullanarak, uluslararası ve ulusal arenada kendine zemin yaratmaya çalışmaktadır.
Türkiye’de ise, PKK ve lideri Abdullah Öcalan’a yönelik bazı söylemlerin, bilerek ya da bilmeyerek, bu örgütün meşruiyet arayışına dolaylı olarak katkı sağlayıp sağlamadığı tartışmaya açık bir konudur.
Bu deneme, bu karmaşık ilişkiyi ve söylemlerin etkisini ele almayı amaçlamaktadır.
*Kürt Kimliği ve PKK’nın İstismarı*
Kürtler, Ortadoğu’nun kadim halklarından biri olarak, dil, kültür ve tarihleriyle sosyolojik bir gerçeklik oluşturur.
Kürtçe, bu kimliğin en somut ifadelerinden biridir ve bugün Türkiye’de anayasal olarak tanınmasa da, günlük yaşamda, edebiyatta ve medyada varlığını sürdürmektedir.
Ancak, PKK, 1980’lerden itibaren bu meşru kimliği, kendi ideolojik ve silahlı mücadelesinin bir aracı haline getirmiştir.
Örgüt, Kürt halkının hak taleplerini sahiplenmiş gibi görünerek, aslında kendi Marksist-Leninist ideolojisini ve şiddet yöntemlerini meşrulaştırmaya çalışmıştır.
Bu strateji, PKK’nın hem Türkiye içinde hem de uluslararası alanda bir “Kürt temsilcisi” gibi algılanmasına zemin hazırlamıştır.
Oysa PKK’nın eylemleri, özellikle sivillere yönelik saldırılar, köy yakmalar ve zorunlu göç gibi uygulamalar, Kürt halkının büyük bir kısmının desteğini kaybetmesine neden olmuştur.
PKK’nın bu istismar stratejisi, Kürt meselesinin çözümünü zorlaştıran temel unsurlardan biridir.
Örgüt, Kürtlerin meşru taleplerini terörizmle özdeşleştirerek, bu taleplerin demokratik zeminlerde tartışılmasını engellemiş ve Türkiye’de güvenlik odaklı politikaların önünü açmıştır.
Bu durum, Kürt halkının haklı mücadelesini gölgede bırakmış ve PKK’nın kendisini Kürtlerin tek temsilcisi gibi sunma çabalarına olanak sağlamıştır.
*Türkiye’deki Söylemler ve PKK’nın Meşruiyet Arayışına Etkisi*
Türkiye’de PKK ve Abdullah Öcalan’a yönelik söylemler, farklı dönemlerde farklı tonlar taşımıştır.
1990’larda örgüte karşı sert bir retorik hakimken, 2000’lerde ve özellikle 2010’lardaki çözüm süreci döneminde daha uzlaşmacı bir dil benimsenmiştir.
Ancak, bazı çevrelerin Öcalan’ı “kurucu önder” ya da “Kürt hareketinin lideri” gibi sıfatlarla anması, tartışmaları alevlendirmiştir.
Bu tür söylemler, genellikle siyasi veya ideolojik bağlamda ortaya çıksa da, PKK’nın meşruiyet arayışına dolaylı olarak katkı sağlayıp sağlamadığı sorusunu gündeme getirmektedir.
Öcalan’ın “önder” olarak nitelendirilmesi, özellikle bazı sol ve Kürt siyasi çevrelerinde, onun fikirlerinin ve örgütünün Kürt meselesinde merkezi bir rol oynadığı algısını güçlendirebilir.
Bu söylem, Öcalan’ın ve dolayısıyla PKK’nın, Kürt halkının temsilcisi gibi görülmesine zemin hazırlayabilir.
Oysa Öcalan, 1999’da yakalandığından beri cezaevindedir ve PKK’nın eylemleri, onun kişisel liderliğinden çok, örgütün kendi iç dinamikleri ve dış desteklerle şekillenmektedir.
Bu nedenle, Öcalan’ı bir “kurucu önder” olarak yüceltmek, PKK’nın şiddet eylemlerini perdeleme riski taşır ve örgütün Kürt meselesini istismar etme stratejisine hizmet edebilir.
Öte yandan, bu söylemlerin karşısında, PKK’yı ve Öcalan’ı tamamen şeytanlaştırma eğilimi de bulunmaktadır.
Bu yaklaşım, Kürt meselesini yalnızca bir güvenlik sorunu olarak ele almaya yol açarak, Kürt halkının meşru taleplerini görmezden gelme riski taşır.
Her iki uçtaki söylemler de, PKK’nın kendisini Kürtlerin temsilcisi gibi sunma çabalarına dolaylı olarak alan açabilir.
Zira, Kürt meselesine dair sağlıklı bir tartışma zemini oluşturulmadığında, PKK gibi örgütler, bu boşluğu doldurmaya çalışmaktadır.
*Çözüm: Meşru Zemin ve Demokratik Siyaset*
PKK’nın meşruiyet arayışını etkisiz kılmanın yolu, Kürt meselesini demokratik ve meşru zeminlerde çözmekten geçer.
Kürt halkının dil, kültür ve kimlik hakları, anayasal güvence altına alınmalı ve demokratik siyasetin bir parçası haline getirilmelidir.
Bu, PKK’nın Kürt halkını temsil ettiği iddiasını zayıflatacak ve örgütün şiddet yöntemlerini meşrulaştırma çabasını boşa çıkaracaktır.
Türkiye’de söylem düzeyinde ise, Öcalan ve PKK’yı Kürt meselesinden ayrı tutan bir dil geliştirilmelidir.
Öcalan’ın bir “önder” değil, bir terör örgütünün lideri olduğu vurgulanırken, Kürt halkının meşru talepleriyle bu örgütün eylemleri arasında net bir ayrım yapılmalıdır.
Bu, hem PKK’nın istismar stratejisini etkisiz kılacak hem de Kürt meselesinin çözümüne yönelik güven ortamını güçlendirecektir.
*Sonuç*
Kürtlerin sosyolojik meşruiyeti ve Kürtçe’nin kültürel değeri, tartışmasız bir gerçektir.
Ancak, PKK, bu meşruiyeti kendi şiddet odaklı ajandası için bir araç olarak kullanmaktadır.
Türkiye’de Öcalan’a ve PKK’ya yönelik bazı söylemler, bilmeyerek de olsa, örgütün meşruiyet arayışına katkı sağlayabilir.
Bu nedenle, Kürt meselesine dair tartışmalar, PKK’yı meşrulaştırmadan, Kürt halkının haklarını merkeze alan bir çerçevede yürütülmelidir.
Demokratik siyasetin güçlendirilmesi ve meşru taleplerin karşılanması, PKK’nın istismar ettiği zemini ortadan kaldıracak ve Türkiye’nin toplumsal barışına katkı sağlayacaktır.
Av. Ebubekir Elmalı
Hukukçu
YORUMLAR