Her şeyin görünür olduğu bir çağdayız ama hiçbir şey eskisi kadar net değil.
Yüksekten bakmak her şeyi gösterebilir ama gerçeği mi gösterir yoksa sadece kadrajın içine gireni mi? Drone’lar artık sadece görüntüyü değil bakışı, hissi ve hatta gerçeği şekillendiriyor.
Yüksekten Bakış, Mutlak Bakış mı?
Drone görüntüleri çoğu zaman gerçeğin tamamına hâkimmiş izlenimi verir.
Bunun çağdaş anlatıdaki karşılığı, edebiyatta sıkça karşımıza çıkan “tanrısal bakış açısı”dır.
Yazarın tüm karakterleri, olayları, duyguları aynı anda bilip anlatabildiği o mutlak konum… Tolstoy’un Savaş ve Barış’ında, Stendhal’ın Kızıl ile Kara’sında ya da Flaubert’in Madame Bovary’sin de bunu hissedersiniz: Herkesin iç sesi yazarın elindedir.
Ama drone böyle değildir. Yukarıdan bakar ama içeriyi bilemez.
Dışarıda dolanır ama düşünceye yaklaşamaz.
Hâkim gibi görünür ama mesafelidir.
Çünkü drone yükseldikçe görüntü netleşir, duygu flulaşır.
Görmek Yetmez, Neyi Gördüğünü Bilmen Gerekir
Drone görüntüleri çoğu zaman hayranlık uyandırır.
Yükselen müzik eşliğinde akan o manzaralar… Evet, güzeldir. Ama ne anlatır?
Çoğu zaman yalnızca atmosferi verir, bağlamı değil.
Bir ormanı, bir sınırı, bir çatışma bölgesini tepeden görmek, o yerin ruhunu tanımak demek değildir.
Görmek ile anlamak arasındaki mesafe, bazen birkaç kilometre değilbir insan ömrü kadardır.
Belki de asıl tehlike, o büyüleyici çekimin ardından gelen bu sahte doyum hissidir.
Kim İzliyor? Kimi? Ne Zaman?
Drone yalnızca görüntü toplamaz aynı zamanda gözetler.
Bir evin damında serili yataklar, drone için kompozisyon olabilir ama yaşayanlar için mahremiyetin sınır çizgisidir.
Bu yüzden belgeselcinin kadrajı yalnızca estetik değil etik de olmalıdır.
Ben taşrada yalnız yaşayan 60 yaşlıyı, 60 ayrı bölüm halinde çekerken hiç drone kullanmadım.
“O” belgeselinde izlediğim bilinçli bir yoldu bu.
Kavurucu sıcakta, yükü sırtında, yokuştan çıkan bir yaşlının yaşadığı zorluğu, drone çekimiyle hissettiremezdim.
Kamera, aynı hizada, aynı yükü omuzluyor olmalıydı.
Öyle yaptım. Ve gerçek, o ter damlalarında görünür oldu.
Görüntü Sarar ama Anlatmaz
Drone görüntüleri her şeyi tanıtım filmi estetiğiyle sunuyor.
Manzaralar, yapılar, kalabalıklar hep “estetik bir hızla” akıyor.
Ama estetik, anlatının kendisi değildir.
Bir binanın yıkımını yukarıdan izlemek sinematografik olabilir ama o binanın içindeki hayatları anlatmaz.
Belki Karaman’da sabah çorbası içen bir adam da vardı o binada ama onu göstermez.
Teknik yükseldikçe, insan sesi kısılabilir.
Bu hâl, gökyüzünden sarkan ama yere değemeyen bir mikrofon gibi: Ses var, temas yok.
Drone Anlatır mı, Yakınlaşır mı?
Drone kadrajı, hikâyeye kolaylık sağlar ama duyguya mesafelidir.
İnsanın göz hizası, hikâyenin kalp hizasıdır çoğu zaman.
Yerden anlatmak, yürüyerek, diz çökerek, bekleyerek kadraj kurmak başka bir şeydir.
Drone bakışı her yeri görebilir ama tek bir yüzü uzun uzun izleyemez.
O yüzden belgesel anlatıda hâlâ en güçlü anlar, kameranın ağırlaştığı hatta bazen düştüğü anlarda çıkar.
Gerçek, yukarıdan izlerken değil yere çöküp bakarken görünür.
Mehmet Arif ÖNALAN
Görüntü Yönetmeni – Belgeselci – Fotoğrafçı
YORUMLAR